Chveneburi.Net - Gürcü Kültür Evi

Türkiye"deki Gürcü Köylerinde Alan Çalışmasının Sonuçları

GÜRCÜ KÖYLERİ

üzyıllardır yakın komşu olarak yan yana yaşamanın temellerine dayanan siyasal-ekonomik ve kültürel ilişkilerin bir sonucu olarak, iki ülke, Türkiye ve Gürcüstan birbirine oldukça yakınlaşmıştır.

Yüzyıllardır yakın komşu olarak yan yana yaşamanın temellerine dayanan siyasal-ekonomik ve kültürel ilişkilerin bir sonucu olarak, iki ülke, Türkiye ve Gürcüstan birbirine oldukça yakınlaşmıştır. Türkiye Gürcüstan için, örneğin Ermenistan ve Azerbaycan gibi, sıradan bir komşu ülke değildir. Türkiye öte yandan, uzun zamandır, bir komşu ülke olmanın yanı sıra, sıkıntıya düşen Gürcülerin sığındığı bir ülke de olmuştur. Bu "sıkıntı", tarihsel olarak siyasal karakterliydi ve bundan dolayı da komşu Türkiye, siyasal açıdan sıklıkla iltica edilen ülke rolü oynamıştır. Bu durum, başka etkenlerle birlikte, Gürcü nüfusunun Türkiye topraklarında yerleşmesine yol açmıştır. Okurlarım Gürcüstan tarihine eğer bir göz gezdirirlerse, bu konudaki düşüncelerime kuşkusuz katılacaklardır.

Gürcüstan tarihinin, tarihöncesi dönemden başladığı Yunan-Roma ve Arap-Fars kaynaklarından anlaşılmaktadır; bu  tarihin başlangıcını yeni kronolojik sistemden onlarca binyıl öncesinde aramak gerekir. Gürcü halkı, Avrasya uygarlığının temellerini hazırlayan ve Helenistik dönemden önce yeryüzünde devlet birlikleri kuran dünyanın en eski halklarından biridir. Bundan dolayı da Gürcüstan, kısa süre sonra, 2000 yılında, güvenilir yazılı kaynaklara dayanarak devlet kurma geleneğinin 3000 yılını kutlayacaktır.

Bu yaşlı tarihin yapıcısı Gürcüstan, büyük şair Grigol Orbeliani'nin söylediği gibi, her zaman "cesur, konuksever, karayazıya karşı savaşan bir ulus"tu. Gürcü ulusu, uzun tarihsel yolu, "karayazıya karşı" savaşarak geçmiştir. Bu halkın vatanı, Tanrı'nın başlangıçtan bugüne bahşettiği Gürcüstan, yeryüzünün en güzel yerlerinden biridir. Gürcü ve yabancı şairler Gürcüstan'ı, doğasının ve insanın fiziki ve ruhsal çekiciliğinden dolayı, bu dünyanın cenneti olarak adlandırmışlardır. Bir şair haklı olarak şöyle demiştir:
"Âdem'e ve Cennet'e düşsel şarkılar söylerken,
Hep Gürcüstan'ı ima ediyordu bizim şairler".

Kitabı Mukaddes'teki efsanelere göre, bu yeryüzünün yaratıcısının, Azize Bakire Meryem için bir yazgısı vardı. Anne Meryem'in ölümlü dünyada yaşaması, bu toprağa sahip çıkması, onun koruması ve bugüne getirmesi, Gürcü halkı için büyük kahramanlık değeri taşımıştır. Bizim atalarımız bu toprağı koruyabilmek için kanını vermiş, öte yandan yüzyıllar boyunca sayısız düşman bu topraklara göz dikmiştir. 20. yüzyılın sonunda Abhazya'da ve Samaçablo'da (Güney Osetya), dış güçlerin müdahalesiyle uygulanan şiddetle Gürcüstan'ın toprak bütünlüğünün tehlikeye girdiği bir gerçektir. Ancak bütün Gürcüler, bizzat Abhaz, Oset ve Gürcü halklarının duyarlılığıyla, bu kardeş uluslar arasında yüzyıllara dayanan güçlü dostluğu, kardeşliği ve Gürcüstan'ın toprak bütünlüğünü yeniden göreceğimize inanmaktadırlar.

Dış ya da iç düşmanlarla mücadelenin beraberinde, hep zafer ya da yenilgi vardır. Kesin olarak yenilen ya da baskıya uğrayan Gürcü insanı için güvenli siyasal barınak sıklıkla Türkiye olmuştur. Gürcüstan'da "Didi Mouravi" (Büyük Yönetici) olarak bilinen Giorgi Saakadze, İranlı istilacılar ve içerideki düşmanlar karşısında çaresiz kalınca, 1625 yılında Türkiye'yi sığınabileceği son yer olarak gördü. Kötü talih, II. Erekle'nin torunu İmereti kralı II. Solomon'u da böyle bir yazgıyla yüz yüze getirdi. 1810 yılı Şubat'ında Rusya İmparatorluğu'nun buyruğuyla II. Solomon'u İmereti tahtından indirdiler ve Rus idaresini kurdular. Kralı ve yandaşlarını Rusya'ya göndermeyi tasarlıyorlardı. Ama Solomon talihsizliğini, Rusların elindeki Petersburg yerine Osmanlı ülkesine taşımayı tercih etti. O vatanını yeniden görme arzusu içinde, 1815 yılında Trabzon'da 41 yaşındayken öldü.

Büyük bir törenle Aziz Grigol Metropolit Kilisesi avlusuna gömüldü. Heykelli, taçlı ve Bagratlı soyuna özgü armalı, özel kitabeli mükemmel bir mezar yapıldı. Bu mezarı tanıtan bir yazı, 1909 yılının Şubat ayında Droeba (27. sayı) gazetesinde yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaleme alan yazar, mezarın çok bakımlı olduğunu, kutsal günlerde mezar bekçisinin mumlar yaktığını belirtmektedir. Kalistrate Salia ve A. Bryer (Birmingham Üniversitesi) adlı profesörlerin anlattıklarına göre, Kral Solomon'un anıt mezarı 1935 yılında yıkıktı. Aziz Grigol Kilisesi de askeri depo olmuştu. Birkaç yıl önce Solomon'un naaşı Gürcüstan'a götürüldü ve Gelati Manastırı'nda toprağa verildi. Gürcüstan tarihini bilen ve bu tarihe ilgi duyan herkes, Trabzon'da bugün de İmereti kralının yaşamının son günlerini anlatmaktadır.

Guria'nın son kraliçesi, V. Mamia Gurieli'nin eşi Sopio da benzer bir biçimde Osmanlı ülkesine sığınmıştır. Kraliçe, Guria'da Rus egemenliğinin kabul edilmesi konusunda kendi prensliğiyle anlaşmazlığa düşmüştü. 1828 yılında Kraliçe Sopio, muhafızlarıyla birlikte Osmanlı ülkesine geçti ve Trabzon yakınlarında kurulmuş olan, daha sonra Akçaabat adı verilen Platana köyüne yerleşti. Kraliçe burada kısa süre sonra, 1829 yılında öldü. Sopio'yu törenle  Aziz Mikel Kilisesi'nin haziresinde toprağa verdiler. 1909 tarihli Droeba (44. sayı) gazetesinde çıkan "Osmanlı Ülkesinden Mektup (Platana Köyünden)" adlı bir araştırma yazısı, bize bu olayla ilgili bilgi vermektedir.

1921 yılının Mart ayında, Bolşeviklerin devirdiği bağımsız Gürcüstan'ın ulusal hükümeti, ilk devlet başkanı Noe Jordania önderliğinde benzer biçimde Osmanlı ülkesine sığındı. Onlar üç ay boyunca İstanbul'da yaşadılar. Fransız pasaportlarını almalarının ardından çoğu Fransa'ya geçti, muhafızların küçük bir bölümü ise Türkiye'de kaldı.

Türkiye'ye kaçarak kurtulan bütün mültecilerin yanlarında çok sayıda maiyeti olduğu açıktır. Giorgi Saakadze'nin maiyetinin 300'den fazla Gürcüden oluştuğu bilinmektedir. 1629 yılında, Giorgi Saakadze'nin öldürülmesinden sonra, maiyet mensupları Tokat kenti çevresine kesin olarak yerleşmişlerdir. İnegöllü Mehmet Emin Kaya'nın (Makaradze) Tokatlı Gürcülerden derleyip yazıya geçirdiği söylenceye göre, Giorgi Saakadze padişahın fermanıyla boğulmuş değil, aksine ihanete uğrayarak yakılmış. Özellikle padişahın kızkardeşi ve damadının haince buyruğuyla, Giorgi Saakadze ve askerlerinin geceyi geçirmek üzere kaldığı bina ateşe verilmiş. Bina ahşapmış ve çabucak yanmış. Tokat Gürcüleri söz konusu kalenin kalıntılarını bugün de biliyormuş. Yüksekçe bir tepede yıkıntılar üzerinde yükselen kuleye, bayramlarda gidiyor ve ölülerin ruhları için fatiha okuyorlarmış.


Muhacir Gürcüler

Aynı biçimde, Kral Solomon'un ve Kraliçe Sopio'nun maiyetleri de çok sayıda kişiden oluşuyordu. Yalnızca kraliçenin çocuklarının, oğlu Davit ve kızı Ekaterine'nin Rusya hükümetinin ısrarlı talepleri üzerine 1832 yılında Gürcüstan'a döndüklerini biliyoruz. Maiyet mensupları ise Trabzon'da kalmış olmalıdır. Çünkü Türkiye topraklarında zamanla Gürcü nüfusu ister istemez biraraya geliyordu. Bizim saptadıklarımızın, tarihte varolanla kıyaslandığında okyanusta bir damla olduğu açıktır. Doğaldır ki, bilinmeyen dönemden itibaren  Küçük Asya yarımadasına doğru, Antik Çağı izleyerek Bizans İmparatorluğu döneminde  Kurucu Davit ve Kraliçe Tamara dönemlerinde Trabzon Prensliği sınırlarına Gürcü nüfusunun göçü aralıklarla sürmüştür.

Bugünkü Türkiye sınırlarında Gürcü nüfusunun sayısı, Rusya yönetiminin Transkafkasya'ya kesin olarak ayak bastığı 1830'lu yıllarda oldukça arttı. Rusya devlet aygıtına bağlı yönetimin barbarca uygulamalarına maruz kalan nüfusun büyük bölümü mülteci konumuna düştü ve sığınacak bir yer olarak Türkiye'ye gitti. Bu mülteciler, göç ettirilmiş bu yabancılar, Osmanlı İmparatorluğu'nda "muhacir" olarak adlandırılıyordu. "Muhacir" kelimesi Arapçadır ve Türkçede göçmen, yerinden edilen, vatanından ayrılan anlamına gelir. "Muhacir Gürcü" terimi bizim dilimizde, Gürcüstan'dan Türkiye'ye göç eden Gürcüleri anlatmak için 19. yüzyılın sonlarında kullanılmıştır. Muhacir Gürcüler ise kendilerine "Çveneburi" demişlerdir. Bu adla, "Çveneburi" adıyla Türkiye'de bir dergi de yayımlanmaktadır. Kısa bir süre önce yazar Aleksandre Çhaidze, "Çveneburiler" (Çveneburebi) adlı bir kitap yazmıştır. O. Putkaradze folklorik kayıtlarını "Çveneburilerin Şarkısı" (Çveneburta Simğera) adıyla yayımladı, ben de kitabıma Çveneburilerin Gürcücesi (Çveneburebis Kartuli) adını verdim. Bugün bu kelime, çveneburi kelimesi, Gürcü insanı için içeride ve dışarıda, büyük bir ulusal ve duygusal değerle yüklüdür.

Muhacirliğin oldukça karmaşık bir tarihi vardır. Muhacirlik ilk olarak, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından Mesheti'nin Gürcüstan'a yeniden katılmasından sonra, bu bölgede başladı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı izleyen yıllarda geniş bir nitelik kazandı. Bilindiği gibi, Berlin Kongresi kararlarıyla, daha önce Osmanlı İmparatorluğu egemenliğinde yaşayan Müslümanlaşmış nüfusa, Rus uyruğuna geçme ya da Osmanlı topraklarına göç etme konusunda tercih hakkı tanındı. Osmanlı Devleti ve  Rusya arasında, 27 Ocak 1879'da İstanbul'da imzalanan anlaşmayla, 3 Şubat 1879 ve 3 Şubat 1882 arası, muhacirlik süresi olarak belirlendi. Sonra bu süre 1884 yılına değin resmen uzatıldı. Ancak bu süreç, izleyen yıllarda da sona ermemiştir. Örneğin, 1893 yılında Gürcüstan'ın güneybatısının değişik kesimlerinden en büyük Gürcü nüfusu göçü gerçekleşmiştir. Aslında muhacirlik süreci, 1921 yılına kadar uzamıştır.

Muhacirlik, Gürcü halkının tarihinde en büyük trajedilerden biridir. Hiçbir işgalci, hiçbir istilacı, tarihsel Yukarı Kartli (Samtshe-Saatabago) bölgesine muhacirlik dönemindeki kadar büyük bir yıkım getirmedi. Eski Gürcü topraklarındaki nüfus neredeyse tamamen boşalmıştır. Kola, Ardahan, Şavşat, Klarceti, Murgul, Tao, Acara, Kobuleti neredeyse insansız kaldı. Boşalan köylerde tarımcılık durdu. Pek çok köyün adı sonsuza dek silindi. Arşiv belgelerine göre, 1879 yılındaki göçten sonra Kobuleti'de 2000 kişiden en çok 500 kişi kalmıştı; Merisi nahiyesinde 700 haneden 600'ü göç etmiş ve yalnızca 100 hane kalmıştı. Yukarı ve Aşağı Acara, bu göç sırasında dört bin haneden fazlasını yitirdi. Bazı köylerin tümü göç etti: Örneğin Kobuleti'deki Kvirike, Keda'daki Arsenauli, Murgul'daki Eregune. Bu köyler, sonraki yıllarda yeniden hayat bulmuştur.

Muhacirlik döneminde göç etmiş olanların pek çoğu hakkında günümüze bilgi ulaşmamıştır. Tanınmış toplum adamı Z. Çiçinadze, 1891-1893 yıllarında yıkıma uğramış bu yöreleri dolaşarak, vatanından ayrılmış olanların pek çoğu hakkında bilgiler derlemiştir.  Bu bilgilere göre, neredeyse her köyden en az 5-10 hane göç etmiş, daha büyük köylerde ise bu 40-50-100 haneyi bulmuştur. Batum müftüsü Hasan Efendi Gverdadze,  göç edenlerin pek çoğu hakkında Z. Çiçinadze'ninkine benzer bilgiler aktarmış  ve onun aktardığı bilgilere göre 1 milyona yakın insan Osmanlı ülkesine göç etmiştir. 

İstanbul'daki Gürcüstan diplomatik misyonu sekreteri İtalyan Evgeni Dalegio Dalecio (Evgeni Dalecio Dalesio), Gürcüstan'dan Osmanlı ülkesine giden Gürcüler hakkında açık bilgiler vermektedir (onun çalışmaları 1918 yılında başlar). O, Gürcüstan uyruğuna geçmiş, Gürcüstan'ı dolaşmış, Gürcüce öğrenmiş, Gürcü toplumunun yanı sıra Gürcü ulusunun kültürünü ve yaşamını da tanımış, Osmanlı ülkesine göç etmiş Gürcülerin tarihine ilgi duymuş biriydi. 1920 yılında Fransızca olarak "Gürcüler İstanbul'da" adlı kitabını yazmıştır. Bu kitap, rahip Şalva Vardidze tarafından Gürcüceye çevrilmiş ve İstanbul'da Feriköy semtindeki Gürcü Katolik Manastırı matbaasında basılmıştır. Bu kitap oldukça ilginç bir yapıttır. Yazar, Osmanlı ülkesindeki Müslüman Gürcü nüfusu hakkında bilgi vermektedir. O, daha önceki muhacirlere Birinci Dünya Savaşı yıllarında çok sayıda mültecinin katıldığını yazıyor.

1914-1918 yıllarındaki Birinci Dünya Savaşı'nın ateşinden Acara da nasibini almıştı. Bölgede yaşam tamamen çekilmez hale gelmişti. Rusya devlet aygıtı, nüfusu yerinden etmek için her türlü barbarca uygulamalardan yararlanıyordu. "Acara'nın babası" olarak adlandırılan büyük yurtsever Memed Bey Abaşidze şöyle yazıyordu: "Rusya, bizi kendi topraklarımızdan çıkarmaya ve bizim yerleşim yerlerimize Kazakları yerleştirmeye kesin olarak karar vermişti. Ülkemizi ateşe verip kılıçtan geçirdiler. Halkımız zorla yerinden edilmiş, evini-barkını terk etmiş, eşyasını sırtına alarak korkunç bir kışta çoluk-çocuğuyla yabancı topraklara gitmiş, yolculuk sırasında ölmüş, pek çoğu soğuktan ve açlıktan yaşamını yitirmiştir... Onların mezarları yabancı yerlerde kazılmıştır. Osmanlı ülkesinde acı çekmiş pek çok kardeşimizin böyle mezarları vardır."

İtalyan Evgeni Dalecio Dalesio kitabında, Muhacir Gürcülerin yerleşmiş olduğu İzmit, Adapazarı, Samsun, Tokat, Trabzon illerinden ve bu illere bağlı ilçelerden söz etmektedir. O, 1920 yılında Türk-Yunan savaşı sırasında, İzmit ve Adapazarı ilçelerinden, askere çağrılanların dışında, 7 bir Gürcünün savaşa katıldığını belirtmektedir. Söz konusu yerlerde çok sayıda Gürcü köyü bulunduğu buradan da anlaşılmaktadır.

Eğer  İlia Çavçavadze, Grigol Orbeliani, S. Meshi, Niko Nikoladze gibi Gürcü halkının önder evlatları çaba sarf etmeselerdi, Gürcüstan'dan göç edenlerin sayısı daha çok olurdu. Acara'da 19. yüzyılın son çeyreğinde, böyle önder kişiler arasında şu adlar yer alıyordu: Keda müftüsü Ahmed Efendi Halipaşvili, Aşağı Hulo kadısı Nuri Efendi Beridze, müftü Loman Efendi Kartsivadze, Hüseyin Bey ve İbrahim Bey Abaşidze'ler, Nuri Bey ve Şerif Bey Himşiaşvili'ler, Tevfik Bey Atabagi, Dursun Bey Tavdgiridze, Kadir Bey Şervaşidze, Ahmed Efendi Halvaşi. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Acara nüfusuna gerçekten sahip çıkan ve aydınlık bir geleceğin yolunu gösteren Memed Bey Abaşidze, kendi ataları gibi, hiçbir çıkar gözetmeden üzerinde doğduğu bölgeye hizmet ediyor, göç etmek için hazırlanan insanları yatıştırıyor, maddi yardımlarda bulunuyordu. Bu gerçekten değerli, efsanevi davranışı yansıtan anıları Çveneburilerin Gürcücesi adlı kitapta yer almaktadır. Doğrusu, Acara'nın ağır koşullardan kurtulup daha iyi duruma geçmesi, böyle yurtseverlerin hizmetiyle olmuştur.

Muhacirliğin başlaması, nüfusu göç ettirme dalgasının başlatılması, düşman tarafından tasarlanmış geleceğe dönük politikalar içeriyordu. Rusya Devleti yöneticileri, Karadeniz kıyılarını elinde tutmayı, orada siyasal bir güç oluşturmayı amaçlıyorlardı. Gerçekten de, muhacirliğin bir sonucu olarak Karadeniz kıyı kuşağı yerel nüfustan neredeyse arındırılmıştı. Boşalan topraklara Ruslar, Ermeniler, Yunanlılar iskân edildi; imparatorluğun temsilcileri ve devlet idaresinin yüksek düzey memurları burada mükemmel yazlıklar ve araziler edindiler. Buranın asıl sakinleri olan Gürcüler Osmanlı ülkesine mülteci olarak göç ediyor ve yaşama yeniden başlıyor, meskûn olmayan yerlerde yerleşebilmek için ormanları açıyor, yeni köyler kuruyordu ya da Osmanlı topraklarından göç eden, Yunanlıların ve Ermenilerin terk ettiği yerleşim yerlerinde ocaklarını yeniden tüttürüyorlarıdı.

Osmanlı hükümeti, 40 yıl boyunca bir milyondan çok Gürcü mülteci kabul etti ve gelenleri oldukça iyi arazilere yerleştirdi, bundan dolayı da geriye neredeyse hiç kimse dönmedi. Mülteci nüfusa fiziki kurtuluş, beslenme ve barınma olanağı sağlanmış olmasına, teşekkürden başka ne söylenebilir! Göç etmiş Gürcüler genelde birarada yoğunlaşmışlardır. Türkiye'nin iç bölgelerinde meskûn köyler böyle ortaya çıkmıştır. Günümüzde Gürcü köylerin olmadığı bir il, bir ilçe bulmak neredeyse olanaksızdır. Muhacir Gürcüler Osmanlı ülkesinde, doğal yapısı, havası ve suyuyla atalarının vatanlarına benzeyen yerleri seçmişlerdir.

Muhacir Gürcülerin çocukları bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin birçok yerinde yaşamaktadırlar. Bu yerlerin başlıcaları arasında şunlar sayılabilir: Trabzon, Giresun, Samsun, Fatsa, Ordu, Ünye, Sinop, Zonguldak, İzmit, İznik, İzmir, Kütahya, Balıkesir, Adana, Konya, Eskişehir, Adapazarı, Bolu, Çorum, Amasya, Tokat, Bursa, İnegöl, Düzce, Gölcük, Yalova, Gemlik, Esenköy, Merzifon, Gönen, Çumra, Gölbaşı, İstanbul, Ankara...


Muhacir Gürcüler

Muhacir Gürcülerin dışında, Türkiye Cumhuriyeti'nde Artvin, Murgul, Şavşat, Posof, Transtao (Amiertao), Yukarı Maçahel gibi Gürcüstan'a sınır bölgelerde, tarihsel Gürcü eyaletlerinde meskûn yerli Gürcüler de yaşamaktadır. Bu bölgeler, 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştır. Buradaki köylerin Türklük alanı içinde kalmasından bu yana beş yüzyılı aşkın bir süre geçmiştir; ama buradaki nüfus birçok yerde hâlâ Gürcüceyi bilmekte, aile içi dil olarak konuşmakta ve bugün de yaşatmaktadır. Bu gerçek bizim iki noktaya dikkatimizi çekmektedir: İlk olarak, Gürcü dilinin büyük dayanıklılığı, canlı kalma yetisi vardır ve ikincisi, Osmanlı İmparatorluğu'nda ulusal azınlık olan halklar yüzyıllarca özgürce yaşıyorlardı, kendi dillerini kullanmaları engellenmiyordu. Eğer böyle olmasaydı, insanlar devletçe yasaklanmış olan bir dili unuturdu. Bugünkü bakış açısıyla olayların gelişimini nesnel olarak değerlendirirsek, Osmanlı yönetiminin oldukça demokratik ve hoşgörülü olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Muhtemelen bunan dolayı da Osmanlı İmparatorluğu yüzyıllarca yaşamıştır. Kısa sürede ulusal azınlıkları asimile etmek isteyen Sovyet imparatorluğu ise 70 yılda dağılmıştır.

Gürcü basını, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında, Osmanlı ülkesinde yaşayan Gürcüler üzerine yazılara ve haberlere sıkça yer veriyordu. Bu konuya daha çok Kvali, Droeba, İveria, Kavkazi, Golos (son iki sayısı Rusça) adlı gazeteler ilgi gösteriyorlardı. 1912 yılında Sahalho Gazeti (108. sayı)  adlı yayın organında "Osmanlı Ülkesinde Yaşayan Gürcülerin Haritası" yayımlanmış ve bu harita, İzmit sancağı köylerindeki Gürcü nüfusunun dağılımını gösteriyor. Gürcüstan'da bu ilgi hiçbir zaman kaybolmamıştı, ama Sarp kapısı açılıncaya değin malum politikalardan dolayı birbirimiz hakkında neredeyse hiçbir şey bilemez hale gelmiştik. Akraba olan bizler birbirimizi özlüyorduk. Atalarımız bu özlemi mezarlarına götürdüler, kendi aile üyelerini, akrabalarını ve dostlarını görebilecekleri döneme yetişemediler.

Türkiye'deki Gürcü köylerinin araştırılmasıyla bugüne değin kimse pek ilgilenmemiştir: 19. yüzyılın son çeyreğinde ve 20. yüzyılın başlarında, bu bölgeler tarihsel ve arkeolojik açıdan araştırılıyordu. Gürcüstan'ın bu tarihsel eyaletlerinde, Opiza, Parhali, Oşki, Hahuli, İşhani gibi Hıristiyanlık kültürünün dünyaca önemli anıtları günümüze değin korunmuştur. Giorgi Kazbegi, P. Uvarov, Ekvtime Takaişvili, Niko Mar araştırma amacıyla buraları gezmişlerdir. Bunlardan Niko Mar, bu bölgedeki Gürcülerin diline önem veren ilk araştırmacıydı ve İmerhevi'nin (Meydancık) üç köyünde sözlü halk örneklerini, birçok masalı, şiir ve şarkıları, konuşma metinlerini yazıya geçirdi. Türkiye'de yaşayan Gürcülere karşı yabancı araştırmacılar da zamanla ilgi göstermişlerdir. Bunlar arasında Amerika Birleşik Devletleri'nden Indiana Üniversitesi araştırmacılarınca yayımlanan çalışmalar dikkati çekmektedir. Indiana Üniversitesi bilimsel kurulu, özellikle Bursa ilinin İnegöl ilçesine bağlı Hayriye köyünün tarihini, etnografyasını ve müziksel folklorunu araştırmıştır. 1979 yılında Paul Magnarella, The Peasant Venture (Bir Köyün Serüveni, Aralık 1997) adlı çalışmasını yayımladı. Bu yapıtta, bir Gürcü köyü olan Hayriye nüfusunun tarihi, göçü, etnografyası, ekonomisi anlatılmaktadır. 1979 yılında, Indiana Üniversitesi'nde birlikte çalışan Peter Gold ve Frank Gillys tarafından yine aynı köyün halk müziği katalogu yayımlandı. Her iki kitabın hazırlanmasında, malzemelerin toplanmasında ve derlenmesinde yurtsever Ahmet Özkan (Melaşvili) gerçekten önemli katkıda bulunmuştur.


Muhacir Gürcüler

Ben, Türkiye'de yaşayan Gürcülerin dilini 1989 yılında araştırmaya başladım. Bu amaçla, Türkiye Cumhuriyeti'nde Gürcülerin yerleşik olduğu bölgeleri pek çok kez gezdim. Buranın Gürcülerinin konuşması, bir dilbilimci olarak ilgimi çekiyordu, ancak yazıya geçirilmiş malzemeler yalnızca konuşma diliyle sınırlı değil. Bu malzemeler, bu halkın maddi ve manevi kültürünün bütün atmosferini yansıtmaktadır. Bundan dolayı, benim saptayıp yazdıklarım, Gürcüstan'ın tarihinin, folklorunun ve etnografyasının sorunlarıyla ilgilenen araştırmacılara da mutlaka yardımcı olacaktır. Bu malzeme, giriş yazısı, sözlük ve dizinle birlikte Çveneburilerin Gürcücesi adıyla ayrı bir kitap olarak yayımlandı. Kitabı, Acara Yüksek Sovyeti Başkanı Sayın Aslan Abaşidze'nin Uluslararası Vakfı bastırmıştır. Şimdi, Sayın Aslan Abaşidze'nin yardımıyla, bu monografinin 2000 yılından önce basılacak olan ikinci cildini hazırlıyoruz.

Bugünkü seminere katılmayı, bu bildiriyi sunmayı, doğrudan Sayın Aslan Abaşidze'nin yardımı ve desteğiyle gerçekleştirdik ve bundan dolayı burada kendi adıma, arkadaşım Bayan Tina Şioşvili adına teşekkür etmek istiyorum.

Kitabımın birinci cildinin malzemesini, 60 kadar  kentten ve köyden derledim. İkinci cildin malzemelerini parça parça elde ettim. Özellikle, İzmir'de ve İstanbul'da yaşayan Yukarı Maçahel'in Gürcü köylerinin temsilcileriyle çalıştım. Kobuleti'den göç etmiş, daha önce Fatsa'nın merkez köylerinde yaşayan, sonra İstanbul'a yerleşen Muhacirlerin torunlarıyla karşılaştım. Aynı biçimde Esenköy, Yalova, Düzce, İzmit, Gölcük kentlerinin merkez ve çevre köyleri Gürcüleriyle birlikte çalıştım. Oldukça önemli malzeme derledim. İkinci cildin hazırlanması için yaptığım araştırmaya, bu alanla ilgli Gürcü nüfusunun değerli temsilcileri büyük yardımlarda bulundular. Bunlar arasında Simon Zazadze, İsmet Dindar (Mikeladze), Nuri Çelebi (Çelebadze), Fahrettin Çiloğlu (Çiladze), Osman Mercan (İmedaşvili), Ahmet Şen (Abuladze), Ergun Atabay (Kokoladze), Haydar Zengin (Kortanidze), Meryem Kahya (Vasadze), Yunus Kaya, Mustafa Yakut (Himşiaşvili), Zekeriya Savaş, Dursun Kaya gibi kişilerin adını anmak isterim. Onlara desteklerinden dolayı teşekkür ederim. Türkiye Devleti'nin bölgesel idari organlarına özel olarak teşekkür etmek istiyorum. Benim araştırma çalışmalarım onların desteği ve güveniyle gerçekleşmiştir.

Eski bir Gürcü atasözü şöyle der: "Kapı komşunsun, gözümün nurusun". Türkiye ve Gürcüstan yalnızca kapı komşu değildirler. Nüfuslarının akrabasal ilişkileri, karşılıklı dostluğa dayanan ikili ilişkiler, anlaşmazlıkları bulunmayan bu ülkelerin halklarının kadim komşu ve akraba olarak yan yana yaşamaları, bu iki ülkeyi yakınlaştırmaktadır. Bundan dolayı da, gerçekten göz nuru gibi korunması ve bu güzel karşılıklı bağın giderek pekiştirilmesi gerekir. Benim Çveneburilerin Gürcücesi adlı çalışmamın ikinci cildi de bu ideale hizmet edecektir. Türkiye Gürcülerinin dili üzerine araştırma, dillerin ve kültürlerin karşılıklı ilişkilerinin zengin malzemesini de sağlamakta, özellikle Gürcü ve Türk dillerinin birkaç yüzyıllık münasebetinin temellerine ilişkin sorunlara, bilimsel araştırma açısından ışık tutmaktadır. Bundan dolayı da, Türkiye'nin Gürcü köylerindeki halkın konuşma dilinin metinlerini derleme ve yazıya geçirme oldukça gerekli ve mutlaka yapılması gereken bir iştir.

Şuşana Putkaradze
Mamuli, Mayıs 1998, Sayı 5
(Gürcüceden çeviren: Fahrettin Çiloğlu)
------------------------------------------------------
Batum Ş. Rustaveli Devlet Üniversitesi prfesörü Şuşana Putkaradze,
bu yazıyı , 17 Şubat 1998'de, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü Orta Asya ve Kafkasya Dökümantosyan Merkezi'nde seminer bildirisi olarak sunmuştur.

Yorumlar (1)

Ahmet Sabri BECEL 4 Yıl Önce

Selamün aleyküm Çok güzel tarihimizi bilmek yeni nesillere aktarabilmek Nereden geldiklerini Nerede olduklarını

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.