Aleksandre Kazbegi

Aleksandre Kazbegi’nin (ალექსანდრე ყაზბეგი) ataları feodalizm döneminde Hevi’de (ხევი) büyük bir nüfuza sahiptiler.

Aleksandre Kazbegi
06 Ekim 2016 Perşembe 13:57

ALEKSANDRE KAZBEGİ - ალექსანდრე ყაზბეგი

İsmail YERGUZ
Aleksandre Kazbegi’nin (ალექსანდრე ყაზბეგი) ataları feodalizm döneminde Hevi’de (ხევი) büyük bir nüfuza sahiptiler. Bir dağlar ve vadiler, geçitler, boğazlar bölgesi olan Hevi Gürcüstan’ın en güzel, en ilgi çekici yerlerinden biridir.
       
Aleksandre Kazbegi 20 Ocak 1848’de doğdu. On iki yaşına kadar aile içinde eğitim gördü ve daha sonra Tbilisi Lisesi’ne gönderildi. Son derece şefkatli, iyi ve zeki bir kadın olan dadısı Nino’nun büyük bir etkisi olmuştur Kazbegi’nin eğitiminde. Ve büyük yazar ilk öykülerini ona adamıştır. İthaflarından birinde şöyle der: "Sevgili Nino, benim gibi yoksul bir insan sana hatıra ya da saygı nişanesi olarak ne bırakabilir? Değerli hiçbir şeyim yok, bu nedenle eğitilmesinde büyük bir rol oynadığın duygularımın ve ruhumun en değerli etkinliklerini ithaf ediyorum sana".
       
Aleksandre Kazbegi, babasının ölümünden (1866) kısa süre sonra on sekiz yaşında Tbilisi’ye gitti ve Petrovsk-Razumovsk Ziraat Akademisi’ne girdi. Büyük bir azim ve gayretle başladı öğrenimine. O dönemde annesine yazdığı mektuplardan birinde şöyle diyordu: "O kadar meşgulüm ki ne pazar günleri ne de başka günler iki saatlik bile boş vaktim olmuyor. Akademi kente 20 kilometre uzaklıkta. Her gün sabahın altısından gecenin onuna kadar oradayım... Derslerimden başka bir şey düşünmüyorum." Kazbegi 1870’te ağır bir hastalığa yakalanır ve memleketine dönmek zorunda kalır. 
       
Aleksandre Kazbegi köylülerin yaşamını daha iyi tanıyabilmek amacıyla dağlarda yaşar ve yedi yıl süreyle çobanlık yapar. Yazar, daha sonra doğanın kucağında, çobanların arasında geçirdiği bu dönemi edebi etkinliklerini yönlendiren ve yapıtlarına temel oluşturan en mutlu yılları olarak anar.
       
Bu dönemde halka yaklaşmış, dağlıların gelenek ve görenekleri hakkında bilgi sahibi olmuş ve yapıtları için çok zengin malzeme toplamıştır. 1879’da Hevi’den ayrılır ve Tbilisi’ye giderek tüm yaşamını edebiyata adar. 1880’de Droeba (დროება) gazetesi Moheveler ve Yaşamları (მოხევეები და მათი ცხოვრება)adlı etnografik denemesini yayımlar. Bu denemeden sonra beş yıl içinde (1880’den 1895’e kadar) Elguca (ელგუჯა), Tsiko (ციკო), Hevisberi Goça (ხევისბერი გოჩა) gibi en önemli roman ve öyküleri yayımlanmıştır. Vatanseverlik coşkuları ve ülkesini boyunduruk altında tutanlara karşı duyduğu nefret bütün yapıtlarında çok özel bir parıltıyla ortaya çıkmıştır.
       
Yapıtlarına çok derin bir iyimserlik egemendir. Kahramanları çoğu zaman tehlikeli durumlarla karşılaşırlar, ama bozguna uğrasalar da umutsuzluğa gömülmezler, parlak bir geleceğe olan inançlarını yitirmezler hiçbir zaman. Kahramanları da kendisi gibi "güneşin bulutları dağıtacağı, herkesin yürekleneceği, kardeşin kardeşe yeniden kavuşacağı, ülkenin yeni bir yaşama başlayacağı zamanın geleceğine" (Elguca) inanırlar.
       
Kazbegi’nin yapıtlarında başlıca kahraman halktır. Yazar dağlı insanları özgürlük tutkunu, dürüst, çalışkan, yüzyıllar boyunca geliştirilmiş ahlak kurallarına titizlikle uyan insanlar olarak betimler. Kahramanlarını her zaman, ahlaksal niteliklerinin, şövalyeliklerinin, dostluğa bağlılıklarının, kardeşlik duygularının ve vatanlarının onuru için özgürlük savaşında fedakârlıklarının ön plana çıkacağı bir konuma yerleştirmiştir.
       
"Vatanlarını savunmaya giderken bir şenliğe gider gibiydiler" diyor, dağlıların bağımsızlık savaşlarından birini anlatırken. "Yüzleri ışıltılı, kutsal bir görevi yerine getirdiklerinden emindiler. İçlerinden birinin üstüne ölüm çökerse adları yaşamını sürdürüyordu halk içinde, ünleri dağların ötelerine  uzanıyordu".
       
Dağlıların yasalarına göre vatana ihanet, en iğrenç suçtur. Vatanını sevmeyi bilmeyen, kendi çıkarlarını halkın çıkarlarının üstünde gören biri yaşamaya layık değildir dağlıların anlayışına göre.Hevisberi Goça adlı öykünün kahramanı ihtiyar Goça vatanını tutkuyla, bütün varlığıyla, coşkuyla sever ve yaşamının bütün özü, anlamı da budur. Oğlunu da aynı tutkuyla sever ama ulusunun çıkarlarıyla kendi çıkarlarını karıştırdığını öğrenince ölümle cezalandırır onu. Akıllı uslu Goça vatanın çıkarları söz konusu olduğunda kesinlikle uzlaşma kabul etmez. 
       
Kazbegi okurlarına köleliğin ve tutsaklığın çok eski çağlardan beri bir alçaklık olarak görüldüğü, "kölelik" sözcüğünün hiçbir zaman kabul edilmediği, benimsenmediği ve insanın kendi nitelikleriyle kazandığı bir erdemle saygın sayıldığı bir ortamda doğup büyüdüğünü gururla açıklar. İçinde yaşamış olduğu pederşahi cemaatin özgün yaşamını, gelenek, göreneklerini ilginç bir biçimde betimler. Bu cemaat bireylerine yüzyıllık geleneklere dayanan belirli ahlaksal görevler yükler. Cemaatte sarsılmaz bir otorite hüküm sürer ve cemaat, bireyler arasında yüksek ahlaksal değerler, yüreklilik, içtenlik, namus, verilen söze sadakat, topluluğun çıkarlarına bağlılık, karşılıklı saygı ve cemaatin yücelmesi için gerekli tüm nitelikleri aşılamaya çalışır. 
       
Yazar, Gürcüstan'a dönünce Hevi köylerini babasının ve amcasının yüklemiş olduğu vergilerden ve yükümlülüklerden kurtarır; ayrıcalıklı konumundan vazgeçer, bağlı olduğu toplumsal sınıfla bağlarını koparır ve tüm yaşamını en yüce amaca adar: halka hizmet etmek. Ve işte bu amaçla önce çoban olur, daha sonra da edebiyat yaşamına verir kendisini. 
       
Kazbegi tüm yapıtlarında bir hümanist olarak çıkar okurlarının karşısına; toplumsal adaletsizliğe karşı mücadele eden, halkı boyunduruk altında tutanlarla mücadele eden bir hümanisttir o. Rus çarlığının uşaklarına, Kafkasya’nın sömürgeci zihniyetli yöneticilerine, halkın sürekli nefretini çeken askeri görevlilere sürekli küçümseme ve hor görüyle bakar.
       
Köleliğe bütün yüreğiyle karşı çıkan, hakları ellerinden alınmış köylülerin yanında yer alan Kazbegi, doğanın ve vatanın eşsiz bir sözcüsü olarak sivrilmiştir. Doğa, bütün renkliliği ve görkemi içinde yapıtlarının ayrılmaz bir parçasıdır. Vatanın doğasını olağanüstü bir yetenek ve heyecanla betimlemiş eşsiz bir sanatçıdır o. Doğa durağan değildir Kazbegi’de hiçbir zaman. Manzaralarını okura keyif vermek için çizmemiştir o. Kazbegi’de doğa canlanmıştır, yaşar, hisseder, insanın coşku, heyecan ve duygularıyla tam bir uyum içindedir,eylemlerine katılır, ruhunda erir.
       
Kazbegi dağlıların yaşamını çok iyi tanıyan bir yazar kimliğiyle çıkmıştır okurunun karşısına. Yapıtlarının çoğu halk öykülerinden esinlenilerek kaleme alınmıştır. Halk öykülerinden alınmış konulara büyük bir sanatsal değer kazandırmıştır o. Dağlıların yaşam biçimini daha yoğun bir hale getirmiş, kahramanlarının karakterlerine daha bir canlılık kazandırmıştır. Halk efsanelerini somut tarihsel verilerle, on yedinci yüzyıl dağlılarının yaşamlarından alınmış olaylarla zenginleştirmiştir.Hevisberi Goça öyküsünde geçen Aragvi derebeyi Nugzar Eristavi malını mülkünü artırmak söz konusu olduğunda acımasız ve otoriter bir insandır. Otoritesini komşu topraklara yayma konusunda hiçbir engel tanımak istemez. Dağlıların özgürlüklerini ellerinden almak isteyen ilk derebeylerdendir, ama onlara boyun eğdiremez.
       
Kazbegi’nin Elguca öyküsünde yansıyan başka bir tarihsel olgudur. Çoban adlı öyküsünü en yakın arkadaşı çoban Simon Gigauri’nin anlattıklarından oluşturmuştur. Tsiko öyküsünün temelinde ise yaşanmış bir olay vardır. Çobanların yaşamından bir kesit Elberd adlı öykünün de konusunu oluşturur. Öteki yapıtlarının kahramanları da gerçek yaşamdan alınmıştır. Ama yazar gerçek yaşamdan alınan bu biçimlere estetik ve sanatsal boyutlar getirmiştir. 
       
Kazbegi’nin yapıtları halkın yaşamına ve halk sanatına sıkı biçimde bağlıdır. Onun yapıtlarına hayat veren, düşüncelerine derinlik kazandıran, imajlar yaratmasına olanak veren her şey halktan gelmiştir. O yalnızca folklorik konulardan değil, halk sanatından alınmış özel imajlardan ve anlatımlardan da yararlanmıştır. 
       
Sanatsal düzyazı alanında büyük bir ustadır o; yapıtlarının kompozisyonu karmaşıktır ve dinamik bir anlatımı vardır. Büyük tutkuların çatışmasıyla ortaya çıkan beklenmedik durumlar yaratmayı sever. İnsan ruhunun derinlerine inmekte onun kadar yetenekli çok az sanatçı vardır. Kazbegi insan ruhunun derinliklerini ortaya çıkarmakla kalmaz, kahramanlarının her eylemine psikolojik bir gerekçe kazandırır. 
       
Kazbegi yalnızca bir tabloyu ya da özel bir olayı yansıtmakla yetinen bir yazar değildir. Kahramanlarının acılarını ve sıkıntılarını ve neşelerini yoğun bir biçimde yaşama yeteneğine sahip bir yazardır aynı zamanda ve bu amaçla kişiliğinden bütünüyle sıyrılabilmektedir. En dramatik unsurları seçer ve kahramanlarının tutkularını sonunu kadar götürür. 
       
Kazbegi birden bire şöhrete ulaşmış bir yazardır. Onun Elguca adlı yapıtını okuyan şair Grigol Orbeliani, büyük bir heyecan ve coşku içinde "Gürcü dilinde bugüne kadar böyle bir yapıt görülmemiştir" demiştir. 
       
Aleksandre Kazbegi yapıtlarını okurlarına ulaştırma konusunda sayısız güçlükle karşılaşmıştır. Her şeyden önce acımasız Rus sansürüyle uğraşmak zorunda kalmıştır. Bilindiği gibi Elguca önce Droeba gazetesinde yayınlanmıştır (Bu kitap Ahmet Özkan tarafından Türkçeye çevrilmiş ve 1973 yılında Elguca ile Mzağo adıyla yayımlanmıştır). Şöyle demiştir o yıllarda yazar bu konuyla ilgili olarak: "Bu yapıtı istediğim biçimde yayınlatmayı başaramadım. Yakında daha eksiksiz ve düzetilmiş biçimiyle çıkacaktır. Bununla birlikte o dönemin okuru bu eksiksiz ve düzeltilmiş nüshayı okuma fırsatını bulamadı. Gerçekten de Kazbegi Elguca'yı daha sonra kitap halinde bastırdı, ama sansür dağıtımı engelledi ve bütün kitaplar imha edildi. Bu yapıtın yalnızca birkaç nüshası tesadüfen korunabildi. Kitabın metni Droeba'da yayımlanmış olan metinden çok daha farklıdır. Kazbegi öteki yapıtlarının yayımlanması konusunda da benzer engellerle karşılaşmıştır. 
       
Yazar tiyatroyla da ilgilenmiş ve bir tiyatro trupuyla Gürcüstan’ı dolaşmış, ancak yaşamının bu döneminde ağır bir hastalığa yakalanmış ve Tbilisi’de kaldırıldığı hastanede ölmüş(10 Aralık 1893), doğduğu köy Stepantzminda’da (სტეფანწმინდე; bugün Kazbegi) toprağa verilmiştir. 
       
Kazbegi edebiyatla ilgilenmeye çok küçük yaşta, on iki yaşlarında başlamıştır. İlk şiiriTsiskari (ცისკარი) gazetesinde çıktığında on iki yaşındaydı. On dört yaşında kahramanları annesiyle babası olan Eğitimciler adlı bir komedi yazdı. Yazar daha sonra bu komedide bazı değişiklikler yaptı ve bu yapıt 1880 yıllarında birçok kez sahnelendi. Yazmış olduğu birçok oyun arasında Arsena (არსენა) ve Kraliçe Ketevan (ქეთევან დედოფალი) sayılabilir. Öğrencilik yıllarında çeviri etkinliklerinde de bulunan Kazbegi Shakespeare’in Romeo ve Juliet'ini ve Lermontov’un birçok şiirini Gürcücüye çevirmiştir. 
       
Daha önce de belirttiğimiz gibi yazarın çobanlık yaptığı yıllar sanatının gelişmesinde çok belirleyici olmuştur. Bu yıllar büyük bir hayat okulu işlevi görmüştür onun için. Bu dönemde halkın gelenek ve göreneklerini, adetlerini, özlemlerini öğrenme olanağı bulmuş ve daha sonra yapıtlarına gereç oluşturacak sayısız halk efsanesini ve öyküsünü dinlemiş ve bunları hafızasına yerleştirmiştir. Gerçekten de onun Hevisberi Goça adlı romanındaki uyanan ilkbahar tablosu hafızalardan silinecek gibi değildir: "Doğa tanınmıyor artık. Rüzgârın uğultusu yerini tatlı, hoş mırıltılara bıraktı. Toprak yeniden ısındı, bitkiler yeniden canlandı, özsuyu hisseden ot yeniden doğruldu, güneşi yardıma çağırdı. Kar örtüsü çatladı, yollara bakmadan, boğazlardan gürültüyle ovaya doğru akan derelere dönüştü. Ağır yüklerinden kurtulan Kafkas Dağları doruklarını eğdiler ve omuzlarına beyaz brokar yerine yeşil bir kadife attılar. Çiçekler başlarıyla yumuşak, hafif işaretler yaparak uyandılar, sevgiyle mırıldanmaya başladılar. Bir güneş ışını, güzelliklerden tad almaya çalışarak sallanmaya başladı. Ama çiçekler, sık çalılar arasında, utangaç bir gülümsemeyle kaçtılar bakışlarından. Hiç yorulmayan ve boş durmayan arıdan gizlenemezler onlar yalnızca: yumuşak kadife ayaklarıyla kokulu çiçektozlarını toplamasına, o baharatlı hoş şeyi rengârenk kupalarda içmesine izin verirler...Hava sürekli neşeye, hayata davet ederek birbirlerini arayan kuşların cıvıltılarıyla doluyor."
       
Kazbegi’nin yapıtlarında köylüler olağanüstü bir dinamizm içinde betimlenmiştir. Yazar doğanın yaşamını verirken bu yaşamı insan ruhuna bağlar ve böylelikle okuyucuda güçlü heyecanlar oluşturur.
       
Şöyle diyor Aleksandre Kazbegi: "Ben ölü nesnelere meraklı değilim. Ne düşlerim, ne aklım, ne kalemim döner ölü, eylemden yoksun nesneye". Bu birkaç sözcükte çok derin ve doğru bir düşünce yatar. Onda doğa yaşamı insan yaşamının sürekli bir yansısıdır, insan yaşamıyla sıkı bir ilişki içindedir. Bilim adamları Kazbegi’nin doğa betimlemelerindeki bu yeteneğine hayret etmişlerdir hep. Kazbegi’de doğa insanın başına gelecek felaketi sanki önceden sezip, ona yardımcı olmak ister. Kazbegi’nin yapıtlarında doğa kahramanlardan biridir adeta. Onun yapıtları doğanın yaşamının kitapları gibidir. 
       
Kazbegi aşk temasına da önem vermiş bir yazardır. Yüreğin en gizli köşelerini çok iyi tanıyan bir insandır o. Yapıtlarında aşk duygusunu bütün ihtişamıyla sergilemiş, aşkı engel tanımayan, önünde hiçbir şeyin duramayacağı güçlü bir duygu olarak tanımlamıştır. Ona göre aşk insan yüreğinde bir ilkbahar fırtınası gibi patlar, gücüyle insanları canlandırır, akıllarına ve yüreklerine egemen olur, onları kimi zaman kahramanca eylemlere iter, kimi zaman da görevlerini unutturacak kadar kendilerinden geçirir.
       
Kısaca söylemek gerekirse Aleksandre Kazbegi, Gürcü gerçekçi romanının kurucusudur. Olağanüstü yeteneğini edebiyatın bu türünde göstermiş ve okur kitlesi içinde büyük bir popülariteye sahip olmuştur.


mamuli, Ekim-Aralık 1997, Sayı 4


İlgili Galeriler
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.