Muhacir Gürcüler yada Çveneburiler

“Muhacir” (Gürcücede ‘muhaciri’, çevirmenin notu) sözcüğü Arapça olup Gürcücede yerini-yurdunu terk etmiş, vatanından ayrılmış, göçmen anlamında kullanılır. ”Muhacir Gürcü” (Muhaciri Kartveli çevirmenin notu) deyimi Gürcüceye 19. yüzyılın son çeyreğinde Türkiye’ye göçeden Gürcüleri tanımlamak üzere girmiştir. Muhacir Gürcüler ise kendilerini “Çveneburi” (bizden, bizim gibi çevirmenin notu) olarak adlandırırlar.

Muhacir Gürcüler yada Çveneburiler
25 Ocak 2003 Cumartesi 11:44

 შუშანა ფუტკარაძე - Şuşana Putkaradze

“Muhacir” (Gürcücede ‘muhaciri’,  çevirmenin notu) sözcüğü Arapça olup Gürcücede yerini-yurdunu terk etmiş,  vatanından ayrılmış,  göçmen anlamında kullanılır.  ”Muhacir Gürcü” (Muhaciri Kartveli çevirmenin notu) deyimi Gürcüceye 19.  yüzyılın son çeyreğinde Türkiye’ye göçeden Gürcüleri tanımlamak üzere girmiştir.  Muhacir Gürcüler ise kendilerini “Çveneburi” (bizden,   bizim gibi çevirmenin notu) olarak adlandırırlar.  Türkiye’de bir dönem bu adla bir dergi de çıkıyordu (“çveneburi“ dergisi.  1977-1979 yılları arasında birkaç sayı Türkçe olarak yayımlanmıştı.  Şimdilerde dergi yeniden yayımlanmaya başladı. )  

Muhacirliğin (Gürcücede “muhaciroba” çevirmenin notu) oldukça karışık bir tarihi vardır. İlk muhacirlik 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda Mesheti’nin Gürcüstan’a katılmasından sonra başladı.  1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra ise muhacirlik yaygın bir hal aldı. Bilindiği gibi Berlin Kongresi kararıyla daha önce Osmanlı tabiiyeti altında yaşayan nüfusa Rusya tabiiyetini kabul etme ya da Osmanlı İmparatorluğu’na göç etme hakkı tanındı. Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında 27 Ocak 1879’da İstanbul’da imzalanan anlaşma uyarınca göç etmek isteyenlere resmi bir süre bile tanınmıştı.  3 Şubat 1879-3 Şubat 1882 arasını kapsayan süre daha sonra 1884 yılına kadar uzatıldı (10, 41). Bu süre sonraki yıllarda da sürdü ve gerçekte göç kendiliğinden bir biçimde 1921 yılına kadar devam etti.

Muhacirlik,  Gürcü ulusunun tarihinde en ağır trjedilerden biridir. Hiçbir işgal,  hiçbir yağmacı-istilacı Zemo Kartli (Yukarı Kartli) bölgelerine (Samthshe-Saatabago) muhacirliğin verdiği zararı vermemiştir. Bu göç sırasında Kola,  Artaani,  Şavşeti,  Klarceti,  Livana,  Murğuli,  Maçaheli,  Tao,  Acara ve Kobuleti neredeyse tamamen boşaldı. Boşalan köylerde tarım tamamen ortadan kalktı,  birçok köy tarih sahnesinden silindi. Arşiv belgelerinin incelenmesinden 1879 yılındaki göçlerden sonra 2000 nüfuslu Kobuleti’de 500 kişinin kaldığı,  çevre köylerin ise tamamen harap ve viran olduğu anlaşılmaktadır. Kobuleti’nin Kvirike,  Keda’nın Arsenuali ve Murğuli’nin Eraguna köylerinde olduğu gibi bazı köylerde tek bir canlı bile kalmamıştı.

Muhacirlik döneminde göç edenlerin sayısı hakkında kesin bilgi günümüze ulaşmamıştır. Tanınmış toplum adamı Z. Çiçinadze 1891-1983 yılları arasında,  zarar görmüş bu bölgelerde yaptığı gezilerde topraklarını terk edenlerin sayısı hakkında veri toplamıştır. Bu verilere göre istisnasız her köyden en az 5-10 hane, büyükçe köylerden ise en az 40-50-100 hane göç etmiştir. Örneğin, Alambori’den 100, Hutsubani ve Tzkavrovi’den 50’şer, Aşağı Çakvi’den 40 hane göç etmiştir. Kobuleti’den toplam olarak 7 bindençok hane göç etmiştir. Mesisi adlı topluluktan ise 600 hane göç etmiş, yalnızca 100 hane topraklarını terk etmemiştir. Zeda Acara ve Kveda Acara (Yukarı Acara ve Aşağı Acara) bu yıllarda 4 binden fazla hane yitirmiştir. Z. Çiçinadze’nin Batumi müftüsü Hasan Ependi Gverdadze’ye dayanarak aktardığı bilgilere göre Osmanlı İmparatorluğu’na toplam 1 milyon insan göç etmiştir.

Gürcüstan’dan Osmanlı İmparatorluğu’na göç eden Gürcüler hakkında, bazı sayısal verilere de rastladığımız İtalyan Evgeni Dalegio Dalesio’nun “İstanbul’daki Gürcüler” (1920) adlı kitabında şunları okuyoruz: Osmanlı İmparatorluğunda önemli miktarda Müslüman Gürcüler yaşamaktadır. Osmanlıdaki Müslüman Gürcülerin çoğunluğu 1977-1878 savaşı sırasında Batumi ve yöresindeki bölgelerden göç etmiş olup, bunlara şimdiki savaştan (1.  Dünya Savaşı çevirmenin notu) kaçan mülteciler de eklenmiştir.

Trabzon Rum Komitesi’nin verilerine göre Pontus dahilinde son olarak 53380 Gürcü. Bilindiği gibi burada Çanlar (Megreller) bu gruba dahil edilmemektedir. Müslüman Gürcülerin büyük bir kısmı İstanbul ve Marmara Denizi’nin katılmıştır. Başka verilere göre ise Gürcüler Samsun ve Tokat ilçeleri dahil 64 köy veya kent kurmuşlardır. Gürcülerin toplam sayısı tahmini olarak 140000’e kadar çıkarılmaktadır güneydoğusunda İzmit ve Adapazarı bölgesi ile güneydeki Bursa’da yaşamaktadır. Kilikya’da Halep yolu üzerinde de Gürcü köylerine rastlanmaktadır.

Bunların sayısının Karadeniz kıyısındaki ilçelerde yaşayan Müslüman Gürcülerin sayısına eklersek toplam sayı 300-400 bine çıkar. Halen sürmekte olan Yunan-Kemalistler savaşına (Kurtuluş Savaşı çevirmenin notu) İzmit ve Adapazarı bölgelerinden seferberlikle askere alınanların sayısı 7000 gönüllü Gürcü savaşçı olarak katılmıştır.” (4, 12)

Anavatandan göç edenlerin sayısı çok daha fazla olacaktı ancak, gitmek üzere hazırlanan nüfusun üstünde buranın ileri görüşlü din liderlerinin ve beylerin yaptığı olumlu etki bu sayının daha da büyümesini engellemiştir. Olumlu etki edenlerin en başında gelenleri: Keda’nın müftüsü Ahmed Ependi Halipaşvili, Hulo’nun kadısı Nuri Ependi Beridze, müftü Loman Ependi Kartsivadze (İstanbul’da padişah sarayında hoca) , Hüseyin-beg Abaşidze, Nuri-beg Himşiaivili, Şerip-beg Himşiaşvili, Tevpik-beg Atabagi, Dursun-beg Tavdgiridze, Tupan-beg Şervaşidze, Ahmed Ependi Halvaşi (Maradidli) ...

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde lider olarak ortaya çıkan Memed-beg Abaşidze, Acara’nın nüfusunun samimi ve gerçek önderliğini üstlendi. Yutsever etkinlikleri ve yorulmaz kalemiyle karmaşık ekonomik-politik ortamın esaretine düşmüş kardeşlerini doğru yola çıkarmayı, onlarda ulusal kimlik bilincini uyandırmayı başardı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Acara’dan Osmanlı İmparatorluğu’nun iç bölgelerine göç etme eğilimindeki nüfusun yatışması ve anavatanında ebediyen kalmalarındaki rolü çok büyüktür. O büyüklüğü ve kariyeri başkaları gibi yabancı ülkelerde aramamış, kendi halkı içinde çalışmış ve gerçek mutluluğu ebeveyni olan toprakların sevgisinde görmüştür.

Dönemin ağır yaşam koşullarının çaresizliğine düşmüş Acara nüfusu dermansız koyun sürüsü gibi liderlerinin izinde gidiyordu. Bu lider ise Acara’yı “yüzyıllar boyunca annesinin koynundan koparılmış çiçeğe” benzetiyor ve bu çiçeğin yalnızca anavatan Gürcüstan’ın kucağına sıkı sıkıya bağlı olmasıyla yaşayabileceğine inanıyordu.  (1, 14)

Bu erdemli uğraşta Memed Abaşidze’nin mükemmel selefleri de vardı.  Örneğin, Droeba gazetesinin 11 Ekim 1879 tarihli sayısında “Acara’dan Mektup”başlığıyla yayımlanan anonim bir makalede Loman Ependi Kartsivadze’nin yurtsever çalışmaları anlatılıyordu: ”Zemo Acara’da (Yukarı Acara) önde gelenler arasında sayılan Loman Ependi akıllı, aydın ve halk arasında büyük etkisi olan bir kişidir. Acaralıların yer beğenmek üzere Osmanlı İmparatorluğu’na gönderdiği seçkinler heyetinde Loman Ependi de vardı. Seyahatten döndükten sonra bütün Acaralı temsilcilerin katıldığı kongrede şöyle demiştir: ’Çok yer gezdim ancak bizim ülkemiz (Acara) gibi güzel ve bize kayık bir yer göremedim. Öte yandan gerçek Müslümanlık bizlerde kalmış, hünkarın ülkesindekiler bizim  kadar saf ve sadık olarak dinlerine bağlı değiller... Bu nedenle göç etmeyi tavsiye etmiyorum. Loman Ependi’nin bu sözleri göç etmek üzere olan halkı düşündürmüş ve birçoğu evinden barkından ayrılmamıştır. 

Kalbi kırık nüfusa İ. Çaçavdze,  G. Orbeliani,  G. Gurieli,  S. Meshi,  N. Nikoladze,  G. Tzereteli, T. Sahokia,  N. Mepişaşvili (Zemo Acara ilçesi yöneticisi) gibi Gürcü ulusunun diğer önde gelen evlatları kanat geriyor ve yardımcı oluyorlardı.

Muhacirliğin tarihi, literatürde ayrıntıları ile birlikte ciddi bir değerlendirmeye tutulmuş ve başlıca nedenleri,  1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda yöre halkı için oluşan çok ağır ekonomik ve sosyal koşullar, anavatanına yeniden katılan bölgelerde Rus yönetiminin barbarca uygulamaları ve Müslümanlaşmış nüfusun dini fanatizmi olarak kabul edilmiştir. (10, 2)

Araştırmacıların bir kısmı dini fanatizmin muhacirliğin başlamasındaki rolünü abartmışlardır. Fakat İ. Çavçavadze, G. Orbelialni, S. Meshi, N. Nikoladze ve G. Tzereteli haklı bir biçimde muhacirliğin başlıca nedeni olarak yönetim çevrelerinin yerel halka karşı takındığı barbarca tutum ve ağır yaşam koşullarını kabul ederler. Onlara göre bu işte dini fanatizmin rolü nispeten daha azdı. Bu açıdan G. Orbeliani’nin Kafkas Orduları komutan yardımcısı Svyatopolsk-Mirski’ye gönderdiği mektup ilginçtir: “Acara ve Kars’tan Osmanlı İmparatorluğu’na göç devam etmektedir. Neye mal edelim bu olguyu, başka inançtakilerin Rus işgalinden kaçışına mı? Kırım boşaldı, 200 binden çok Çerkes Kuban’dan göç etti, Abhazya ıssız kaldı. Şimdi de Acara ve Kars nüfusu kaçıyor bizden, vebadan kaçarcasına. Bütün bunlar fanatizm ile açıklanabilir mi?... Hangi dine mensup olursa olsun insan her şeyden önce barış içinde sakin bir hayat ister... ve hangi dilde yazılmış olursa olsun adil yasalara boyun eğer.” (10, 79).  Gerçekten de Rus yönetiminin başlangıçtan itibaren halkın normal yaşam koşulları olsaydı hiçbir güç onları Osmanlı İmparatorluğu’na göç ettirmezdi. Fakat,  maalesef yönetici çevreler halkın göç etmesi için her türlü gayreti gösteriyorlardı. Böylesi bir faaliyetin temelinde ileriye dönük politikalar vardı. Bu da Svytopolsk-Mirski’nin Batumi askeri valiliğine gönderdiği mektupta açıkca görülmektedir: ”Batumi bölgesinin alınması ile Rusya, Kafkasya sınırlarının en tehlikeli köşesinde doğal bir kale elde etmiş oldu, fakat halkı savaşçı ve itaatsizdir, dini bakımdan Osmanlı İmparatorluğu ile bağları vardır, bu nedenle kale içinde tehlikeli bir unsurdur ve onların burada kalması mümkün değildir... Yerel halkı uzaklaştırmalıyız.” (10, 30). Komutan yardımcısı açıkça bu insanların ya asimile edilmesini ya da sürülmesini talep ediyordu. Daha mantıklı düşünen birçok Rus görevlisi ise buna kuşku ile  bakıyor, ”Savaşlarda pişmiş bu insanlar yerlerinde kalsalardı, Rusya böylelikle 20-30 bin insanını yitirebilirdi, ama Rusya İmparatorluğu’nun sınırlarında güvenilir destekleri olacaktı, çünkü bu insanlar sınırlarda kendi anayurtlarını koruyacaklardı” diye düşünüyordu.  (8, 131).  Öte yandan Batumi askeri valisi General Komarov, General Stefanov gibi daha birçokları da muhacirliği körüklüyordu.

Yeniden birleştirilen bölgelerde Çarlık yönetimi hemen yeni vergiler koydu ve toplamaya başladı. N. Nikoladze halkın telaşlanmasının nedenlerinden biri olarak da şunu kabul eder: ”Halk savaş felaketinden kurtulmaya ve yağmalanmaktan soluklanmaya vakit bulamadan kendilerinden 6 ile 10 manet arasında vergi toplandı. Öte yandan vergi toplamada en kaba yöntemler kullanılıyordu.” (5)

İlia Çavçavadze “İç İnceleme”adlı makalesinde Acara ve Kobuleti’nin sıkıntılarının gerçek tablosunu çizer: “Acara ve Kobuleti’yi... savaş meydanına çevirdi kader. Burada bir yandan Osmanlı askeri, diğer yandan Rus askeri vardı. Birbirine son derece düşmanca yaklaşan iki ordunun bulunması muhakkak ki halka, özellikle de topraklarında asker bulunan ve hangi tarafın eline düşeceği önceden tahmin edilemeyen halka hiçbir iyilik getirmezdi. Dolayısıyla ne Osmanlılar ne de Ruslar halkı sakınmazdı, ne Rusun ne de Türkün yüreği yanardı... Savaş yüzünden Acara ve Kobuleti de felakete uğradı. Orman ve meraların kullanılamaz hale getirilmesi, köylerin yakılıp yıkılması, halka baskı yapılması, şaşkına dönen halkın göç etmesi, halkın beraberinde götüremediği malının heba olması, tarımsız-ekinsiz kalınması nihayetinde kan ve ölüm... Bütün bunlar uzun süren ve uzun süre hissedilecek felaketlerdir.” (15, 467).  Bu olaylardan büyük üzüntü duyan İlia Çavçavadze çaresiz duruma düşen kardeşlere yardım elinin uzatılması için yönetime ve Gürcü halkına çağrıda bulunuyordu: ”Gürcü ulusu, kardeşlerine elini uzat, onlar ki bugüne kadar senin için yitiktiler ve onlar ki bugün yine sana döndüler. Destek olalım, neyle olabiliyorsak; parayla, yiyecekle, giyecekle... Kardeşliğin, yardımlaşma ve dayanışmanın Gürcü ulusu için içi boş sözcükler olmadığını gösterelim... Kaderimiz bu kardeşlikte düğümlenmiştir ve bizim mutluluğumuzun filizi bu kardeşlikte tomurcuklanacaktır... Fakiriz diyoruz ancak, yardımın ne olduğunu ve dara düşene kardeşliği yalnızca fakir bilir.” (15, 462).  Maalesef, Büyük İlia’nın çağrısı boşunaydı. Gürcüstan o zaman, henüz kardeşleriyle lokmasını, derdini paylaşacak kadar ne ruhsal ne de fiziki açıdan güçlü değildi ve ulusal önderin çağrısına layıkıyla uymaya da hazır değildi. Tabii ki gıda ve nakit bağışlar birikiyordu, ancak herşeyden önce denizde bir damla kadardı.”Bu, halkın bir kısmını kararından vazgeçirecek ve göçü durduracak nitelikte değildi.” (10, 75). İkincisi, bu yardımlar sık sık zamanında ve eksiksiz olarak halka ulaşamıyordu. Anavatanıyla yeniden birleşmiş, çaresiz duruma düşmüş, bin bir türlü düşmanın telkiniyle aklı karışmış halka “Ana Gürcüstan”dan daha çok sevgi, daha çok dikkat gerekiyordu.

Gerçi Droeba ve İveria gazeteleri kardeşlerimizin sıkıntılarını sık sık dile getiriyorlardı, ama pek işe yaramıyordu, çünkü her şeyden önce buranın köylerinde Gürcüce okuma-yazma bilenler parmakla sayılacak kadar azdı ve zaten dönemin basını bu nüfus için hemen hemen ulaşılmazdı.

Büyük şair Vaja Pşavela bu yöreye konuk olmuştu: ”Bugünkü değerli Müslüman Gürcüstan’ımızı;Acara, Kobuleti, Klarceti, Tao, Büyük Mesheti’yi bizzat dolaştım.” (14) diye yazıyordu. O, buraya Tuş ve Hevsur çobanları arasında çıkan bir anlaşmazlığı gidermek için gelmişti. Tuş-Pşav-Hevsur çobanlarının yüzyıllar boyunca sürülerini otlatmak üzere buralardaki meralara getirildiklerini belirtmek gerekir. Şavşeti’de bir yerleşim biriminin adı  günümüzde de Hantuşeti’dir (Tuşların hanı).

Nuri-beg Himşiaşvili, İlia Çavçavadze’ye yazdığı birçok mektupta (1883) Okuma-Yazma Derneği aracılığıyla Şavşeti’de okul yaptırılmasını talep ediyordu: ”Burada yaşayanların anadillerini öğrenmeleri ve evlatlarını yetiştirme imkanları bulabilmeleri için... Okul ve öğretmen için gerekli bina ile donanımını karşılıksız olarak sağlamayı, 60-80kadar öğrenci toplamayı ve bunlar arasındaki fakir ve öksüzlerin geçimini bizzat temin etmeyi taahhüt ediyorum” (9, 152).  Artvin ilçesi amiri Niko Eristavi de 1907 yılında aynı şeyi talep ediyordu (17). Ancak talep talep olarak kalmıştır.

Tarihi Tao-Klarceti ve Acara’nın geri alınmasından,  1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan da önce İlia Çavçavadze “Osmanlı Gürcüstanı” adlı makalesinde ”Osmanlı Gürcüstan’ında yaşayan kardeşlerimizin bugün artık Müslüman oldukları olgusu bizi korkutmuyor. Yeter ki, birbirimizle bütünleşeceğimiz o mutlu gün gelsin ve kardeşliğimizi ilan edelim, ne mutlu bize ki Gürcüler hiçbir zaman insanın vicdanına karışmadığını bir daha dünyaya kanıtlayacaktır. Kardeşini kardeş gibi özümser, gözü yaşlı Gürcü... Ve bunun için sevinç göz yaşından önce kanımızın akması gerekecekse ulu atalarımızın iki bin yıl boyunca baş koydukları bu uğurda hiçbir Gürcünün tereddüt edeceğini sanmıyorum.” diyordu.  (14, 20)

Bir süre sonra geri alınan topraklarda yaşam Büyük İlia’nın hayal ettiği yönde sürmedi. Gürcü ulusunun bütün bireyleri bu ulus adamının düzeyine ulaşamamıştı. Dar ulusal kalıplar içinde şıkışmış adamcıklar Gürcü ulusu içinde de vardı. Onlar Müslüman kardeşlerine alaylı gözlerle bakmaya başladılar. Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu uyruğunda yaşamış ve her zaman “Gürcü” olarak kalmış Gürcülere “Tatar (Müslüman-Türk çevirmenin notu) demeye başladılar. Osmanlılar dahi onlara “Tatar” dememişti. Bütün bu süre boyunca onların “ana dili” Gürcüceydi... Rus görevliler de bunu istiyordu. Hemen bir ajitasyon ve propaganda işine giriştiler: ”Siz Tatarsınız ve Tatar ülkesine göçerseniz iyi edersiniz” diyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yandaşları da aynı şeyi yapıyorlardı. Bu faaliyetleri besleyen ise uzun vade için hesaplanmış politikalardı. Düşman, Gürcüstan’ı zayıf düşürmeye çalışıyordu. Onların temel amacı Kobuleti-Batumi kıyılarını sahiplenmek ve burada politik bir dayanak oluşturmaktı. Bu bölgedeki amaçlarına kısa sürede ulaştılar. Daha ilk muhacirlik döneminde,  1879 yılında Kobuleti-Çakvi ve Batumi’nin dış mahallelerinin yerli nüfusu boşalmıştı. Boşalan topraklara sonra Ruslar, Ermeniler ve Rumlar yerleştirildi. İmparatorluk sarayı temsilcileri ile devletin üst düzey bürokratları mükemmel yazlıklar edindiler. Buradan göçen yerli nüfus ise Osmanlı İmparatorluğu’nda ormanlar açarak yeni yeni köyler kuruyorlar ya da oradan göçen Romalılar, Rumlar ve Ermenilerin bıraktıkları yerlerde Gürcü ailelerinin ocaklarını tüttürüyorlardı.

Bu ulusal trajedi ile dehşete düşmüş İlia Çavçavadze, acı içinde soruyordu: ”Gerçekten halk terk ediyor mu kendisi için değerli herşeyi, vatanını, topraklarını, evini-barkını, doğduğu-büyüdüğü, annesini, babasını ve kardeşini defnettiği topraklarını bırakıp gidiyor mu, hem de nereye? Osmanlı İmparatorluğu’na... Böylesi inanılmaz bir olay ancak halkın yalnızca ölüm ile yaşam arasında bir tercih yapma durumunda kalmasıyla mümkün olabilir... Her yerde bunun nedeni olarak, anavatana yeniden katılmış bölgeye en açgözlü ve en sünepe çekirge olan küçük rütbeli görevlilerin çekirge sürüsü gibi akın etmesi gösteriliyor... Nerede işinden kovulmuş, hayırsız, ipini koparmış, işe yaramaz memur varsa bu yeni bölgede görev almış. Böyle bir kesimden ne tür bir iyilik gelir ki halka? Yönetim yönetim değil ki; çalıp çarpma, saldırı ve felakettir halk için. Onlar Rus hükümetinin, Rus yönetiminin hangi yönünü göstereceklerdi?... Bu nedenle, bugün 19.  yüzyılda yerini-yurdunu terk edip yabancı yerlere göç etmenin birkaç örneğini gördük... Bırakın bundan dolayı bizden sonra tarihçiler  dehşete düşsün, biz ise derin yarasıyla buna işaret edelim ve tarihimize kaydedelim.  (15, 470)

Acara nüfusunun bir bölümü zorunlu olarak yabancı yerlere göç etmiştir. Çarlık yönetiminin yerel idarecileri barbarca bir idare tarzı uyguluyorlardı. Yerel nüfus da bunu kabullenemiyordu. Bu böyle yıllarca sürdü... Savaşlarla, karışıklıklarla ve açlıkla baş edemez duruma düşen halk hayatını kurtarmak için göç yollarına düşmek zorunda kaldı. Durumun vahameti 1.  Dünya Savaşı sırasında arttı. Bakın Memed Abaşidze neler yazıyordu: “Halkımız çok cefa çekmiştir. Uzun zaman hükmetmiş yabancılar bize. Bu yabancılar bize büyük hakaretler etmişler, çok eziyetler çektirmişler... Liyahov’lar ve Gubski’ler 1915 yılında ateşle ve mızrakla saldırdılar, ülkemizden kovdular, kardeşlerimizin bazılarını idam sehpalarında sallandırdılar, bazıları ise son nefesini yabancı topraklarda verdi. İşgalciler bizi tümüyle yok etmeye, sevgili topraklarımızdan tümüyle kovmaya ve yurdumuza Kazakları (Ruslar, Don Kazakları çevirmenin notu) yerleştirmeye karalıydılar.” (1, 34)

“Denikinciler ile paşaların ajanlarının hücumuna uğradık. Hayatımızı alt üst etmek üzere ellerinden geleni ardına koymuyorlar. Ülkemizi ateşe verdiler, insanlarımız da göç etmek zorunda kaldı.” (1, 38)

Memed-beg Abaşiddze Acara halkına güçlüklere direnilmesi, herkesin anayurdunda kalması çağrısında bulunuyor ve gelecek aydınlık hayata giden yolu gösteriyordu.  1919 yılında şunları yazıyordu: ”Yurdumuz (Acara) savaştan sonra, herkesin yutmaya çalıştığı ve orasından burasından çekiştirdiği bir adaya döndü. Böylesi güç bir durumda, her zaman bizi yok olmaktan kurtarmaya baş koymuş olan ve samimiyetle çabalayan Gürcüstan dışında herhangi bir kurtarıcı görmüyoruz... Hiç kimse din ve milliyetin aynı şey olduğunu sanmasın. Biz inançlı birer Müslüman, ama aynı zamanda biz Gürcüyüz, Gürcüstan’ın öz evlatlarıyız. Gürcüstan’ın dışında bizim kurtuluşumuzun olmadığını anlamalıyız. Unutmayın ki, ateş ve barut arasında yaşam savaşı verirken bizleri kurtaranlar bizim Hristiyan Gürcü kardeşlerimizdi. Her şeyi iyi tahlil edin ve gelecekteki hayatınıza yön verecek kararlarınızı ona göre alın. Untmayın ki siz tarihe ve gelecek nesillere karşı sorumlusunuz.” (1, 30)

Osmanlı İmparatorluğu, Batum ve Kars bölgelerinden en az yarım milyon göçmen kabul etti.  Rusya İmparatorluğu, ilerici güçlerin baskıları sonucu 1879 yılı sonlarında göçmenlerin geri dönmelerine izin veren bir genelge yayımladı. Geri dönüş yıllarca sürdü, ama tek tük aileler ancak dönmeyi başarabiliyorlardı. Dönmeyi isteyenlerin çoğu maddi imkansızlıklar nedeniyle yerlerinde kalıyordu. Resmi kayıtlara göre 15 bin Abhaz geri dönmeyi başarmış. Geri dönen Gürcüler hakkında ise benzer bir resmi kayıt bulunmamaktadır.

კრებული მამული  2. 1997 - Mamuli Dergisi Sayı 2 1997


Kaynakça:
1. Abaşidze, M., Rçeuli Natzerebi, Batumi,  1973. 
2. Ahvlediani, Az., Acaris Sagmiro-Saistorio Sitkviereba, Batumi, 1968. 
3  Ahvlediani, H., Narkvevebi Acaris İstoriidan, Batumi, 1944. 
4. Dalecio Dalesio, Ev., Kartvelebi Konstantinepolşi, bkz”Kartvelebi Konstantinepolşi da Sparsetşi”,Yay. Haz. G. Şaradze,Tbilisi,1990. 
5. Droeba, 1879, No. 14. 
6. Droeba, 1880, No. 4. 
7. Takaişvili, Ekvt., İlia Çavçavadze, bkz. Emigrantuli Literatura, ”Dabruneba”, Cilt 1, redaksiyon G. Şaradze, Tbilisi,  1991. 
8. İveria, 1879, No. 2. 
9. İko da Marad İkneba, Bas. Haz. M. Varşanidze, Tbilisi, 1978. 
10. Megrelidze, Ş., Acaris Sarsulidian, Tbilisi, 1964. 
11. Umikaşvili, P., Gurcebi (Kartvelebi) Osmaletşi, İveria,  1888, No.  21. 
12. Putkaradze, O., Çveneburta Simğera, Batumi,  1991. 
13  Putkaradze, Ş., Dedis Ubeşi Şenahuli Simğera, bkz.”Mamulişvili”,  1992, No.  1. 
14. Almahani ”Dzemuri Sitkva”,  26 Temmuz 1915, No.  1. 
15. Çavçavadze, İl., Osmolos Sakartvelo, C.  4, Tbilisi,  1987. 
16. Çavçavadze, İl., Sakartvelos Matiane (Şinauri Mimohilva) ,  1879,  (Şubat) , Tbilisi,  1957. 
17. Çiçinadze, Z., Kartveli  Mahmadianta Didi Gasahleba Osmaletşi (Muhaciri) , Tbilisi,  1912. 
18. Çiçinadze, Z., Pondi 5288-6  (Niko Eristavi’nin Artvin’den mektubu),. 
19. Prenkeli, A., Oçerki Çuruksu i Batumi, Tbilisi,  1879.  (Rusça)


İlgili Galeriler
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ayişe ocak önal - 5 yıl önce
Benim de büýuk dedeler batumdan gelmişler ama onlar Erzurum Narmana yerleşmişler