Eninde Sonunda - Şiirler

Havaalanında bekliyor gibiyim. Karşılayacağım yolcu, şair Fridon Halvaşi.

Eninde Sonunda - Şiirler
15 Şubat 2004 Pazar 09:08

KARŞILAMA


Havaalanında bekliyor gibiyim. Karşılayacağım yolcu, şair Fridon Halvaşi. Batum'dan Moskova'ya, oradan İstanbul'a, oradan Ankara'ya gelecek. Epeyce dolana dolana bir yol izleyecek. Batum ile Hopa arasındaki Sarp sınır kapısı açık olsa, kısadan çıkar gelirdi. Dört yıl önce ben de Batum'a epeyce dolanarak gittim. Bunca yakın iki ülkenin sınırlarında, Fridon'un ve benim ekmediğimiz dikenli çalılar bitmiş. Bir gün el ele temizleyeceğiz onları. Ne bizim çıkarımıza, ne onların. Bir sınırın iki yanında, onlarda, bizde, yeryüzünün güzel halklarındanız. Gönülleri yüce, gözleri tok. Dostlukta, konukseverlikte üstümüze yok. Ama sanırım onlar bir konuda bizden üstün: Kafa çekmekte! Bir konuk vardığında toplanıp gece boyu senin benim onurumuza, birbirleri onuruna kadeh kaldırıyorlar. Bu işi biz de iyi biliriz gerçi, ama onlar kadar değil.

Fridon Halvaşi, şiirlerini yüklenmiş geliyor uçakla. Dünyayı dolaşmış bavulunda kimbilir daha neler var? Karşıdan bakarsan çekingen, orta halli bir çiftçi parçasına benzer alçakgönüllü bir insan. Ama Sovyetler Birliği içindeki ekonomik olanakları, kültürel gelişmeleriyle başlarda yer alan beş milyonluk küçük Gürcüstan Cumhuriyeti'nde tanınmış bir kişi. Otuzdan fazla kitabın üstünde adı var. Otuz yıldır Batum Yazarlar Birliği başkanı. Acara Muhtar Cumhuriyeti'nin başbakan yardımcısı. Batum'da görmüştüm, köylerden gelen ona geliyordu. İşi olan onu buluyordu. Tatili pazarı yoktu; hem bizimle, hem onlarla ilgileniyordu.

Hangi koşullarda, nasıl yetişti bu şair? Gülünce gözlerinde çiçekler açan bu küçük görünüşlü insan hangi iklimin güzelliğidir? Hangi tarihsel, toplumsal, kültürel koşulların bileşkesidir? Son derece sınırlı bir karşılama yazısında acaba bu soruları tam yanıtlandırabilecek miyim?

Beklediğim uçak az sonra görünecek. Fridon Halvaşi inip bana doğru koşacak. Daha fazla koşmasın, ben koşup ona varayım diye dikkatli olmağa çalışıyorum.

Acara Muhtar Cumhuriyeti 'nin sınırları içinde eski, küçük Gegelidze köyünde 1925'te doğmuş o. Batum Pedagoji Fakültesi'nde okumuş. Sonra Moskova'daki Gorki Yazın Fakültesi'ni bitirmiş. Resul Hamzatov, "Benim Dağıstanım'' adlı ünlü yapıtında, iğneli iğneli anlatır: Gorki Yazın Fakültesi'nde okuyanlar önceleri şair iseler sonra çoğunlukla eleştirmenliğe kayarlarmış. Fridon, yedi yıllık köy okulunu bitirdiğinde başlamıştı şiire.

Moskova 'daki fakülteye şair girdi, şair çıktı, bütün yaşamında şair kaldı. Dostları, birkaç ay önce altmışıncı yaş gününü kutladılar. Batum'daki toplantıda yeni şiirlerini okudu. Gerçekte o, herhangi bir yerde şairim demeğe çekinir. Şiirden gelen ün, Sovyetler Birliği'nde bir süre sonra ''Güç''e dönüşür. Gürcüstan'da bu daha da böyledir. Şairlerin yeri devlet adamlarının, bakanların, başbakanların yanıdır. Önemli kültür işlerinin yönetimi onlara verilmiştir. Bu ''güç'' ile kimileri şımarıp toplum içinde zart zurt edebilir. Böylelerinden, bütün iyi şairler gibi Fridon da hoşlanmaz. O belli etmez şairliğini. Konuşurken sesi biraz ezik çıkar. Tartışmalarda kabarıp kalkmaz, dayatmaz. Yurdunda bu özellikleriyle sevilip sayılan biri olmuştur.

Kafkasların denize yakın uzantılarının çocuğudur Fridon. Bir yandan sarp mı sarp dağlar, bir yandan denize bakan yamaçlar, dereler vede bunlar arasındaki bereket fışkıran küçük düzlükler. Hem de bol balıklı çağıl çağıl sular. "Tanrı dünyayı yaratırken Gürcüstan'ı kendine ayırmış, o yüzden de çok iyi döşemiş, donatmış; ama Gürcüler bir yolunu bulup elinden almışlar... " diye anlatırlar.

Batum'da yılın on iki ayında çiçek açmayan gün yoktur. Müzenin duvarında çizelge biçiminde bir takvim görmüştüm. Hangi ayda, hangi çiçeklerin açtığını yazıp çizmişlerdi. Bugün gibi aklımda; çiçek açmayan tek ay yoktu. Bütün çevre, yazda kışta çiçekler içindeydi. Şaşılacak bir durumdu bu.

Sonra o müzeyi ne çocukça bir saflıkla, şişinmesiz bir doğa sevgisiyle düzenlemişlerdi! Bir yerde koca karınlı bir balık yatıyordu.

"Ne bu?" diye soruyordum.

''Balık!'' diye yanıtlıyorlardı. ''Falanca köyden, filanca arkadaşımız, işte bu Karadeniz'den yakaladı. Biz de getirip müzeye koyduk!''

Balina filân değil ha. Ama büyükçe bir balık.

Başka bir köşede iki başlı bir buzağı duruyordu. İçini boşaltmışlar, ilaçlayıp doldurmuşlardı. Camın içine yerleştirmişlerdi.

"Ya bu?"

"Bu da buzağı. Bizim burada bir inek buzuladı.." diyorlardı.

"İyi! Kutlarız.."

"Teşekkür ederiz..."

Şarapların da en iyisi ordadır. Kendileri söyler. Bıyık altından gülecek olsanız, dünya yarışmalarında kazandıktan madalyaları gösterirler. ''Kinza'' denilen şerbetçiotu da güya sadece orada bulunulmuş. Küpleri bununla silip, şarapları doldururlarmış. Gürcüstan şarapları ondan böyle lezzet yüklü olurmuş. Gözlerinizden inanmadığınızı okurlarsa, ' 'Stalin de bu şaraptan içerdi!'' derler, anlatırlar uzun uzun. "Kardeşim, benim karaciğerimde şu var, bu var, sizin kadar içemem, bağışlayın., "diyecek olsanız bağışlamazlar. "Madem hastasın, bir bardak fazla iç, dermandır!'' derler.

Uzun geçmişinde Gürcüstan epeyce güzel çağlar yaşamış. Bu yüzden iyi gelişmişler, gelişebilmişler. Kraliçe Tamara döneminden başka da güzel çağları olmuş. Şimdi de iyiler. Ama o uzun geçmişte İranlılardan, Çarlardan, bizim Osmanlılardan çok çekmişler. Yıkımlardan, derin köklü kültürlerine dayanarak kurtulmuşlar.

Nice büyük devletler, imparatorluklar silinip gitmiş, onlar kalmış. Beş milyonun içinde beş mi, on mu dil, küçüklü büyüklü sayılardan oluşan birçok ulus, hepsi bir arada, yan yana, can cana, öteki Sovyet Cumhuriyetleriyle uyum içinde yaşayıp, kültürlerini, yaşamlarım geliştirip gidiyorlar. O büyük "Bü-tün"ün içinde en az sayıda olanların bile basımevleri, kitabevleri, gazeteleri var. Tirajlar yüksek mi yüksek. Tiyatroları, radyoda televizyonda günleri, saatleri var. Yüksek Sovyet Meclisi'nde temsilcileri var. Dillerini, alfabelerini eşi benzeri bulunmaz bir gururla koruyorlar. ''Dünyada kaç ulus var bilirsiniz. Ama alfabe sayısı sadece on dört. Bunlardan biri bizim!" derler. Aldırmayın, alçakgönüllü bir şişinmedir bu. Sanki siz onları küçümsüyorsunuz da ondan böyle söylüyor gibidir bakışları. Merak ediyorsanız araştırın, soruşturun. Tiyatrolarında neler oynar, kapılarından kaç kişi girer çıkar? Operalarında bilet bulunur mu? Kaçtır romanlarının, şiir ve öykü kitaplarının tirajları? Sorun araştırın. Gerekli bilgileri öğrenince şaşırırsınız.

"Şiir, öykü ve romanlarla, başımdan geçen, gördüğüm bildiğim olayları, kendi yöre ve ülkeme özgü konulan anlatmağa çalışıyorum.'' diyor Fridon. ''Acara'nın dağlık toprağını, insanlarının yaşam savaşını, Gürcü tarihinin trajik gerçeğini, bizim ulusal kurtuluşumuzu, güzel dilimizin ve yazınımızın dünya yazınındaki derinliğini korumasında üstüme düşen görevi yerine getirmeğe uğraşıyorum."

''İlk romanım sevi üzerine.." diye ekliyor. ''Bizim köyün yaşamını, kollektifleşmeye geçiş aşamasındaki toplum sal davranışları anlatıyorum."

Ama şairdir o asıl. Romanlar, öyküler, oyunlar, senaryolar yazmıştır, ama hep şair kalmıştır. "Şimdi çocukluğumu anlatan bir kitap yazıyorum. " diyor. Asıl uğraşı şiirdir her zaman. "Önümde yaşam var. Elimden geldiğince çalışıp iyiyi oluşturmak için uğraşacağım."

Şiir kitaplarının adlarına bakıyorum: "Yağmurlu Güneş '', ''Asmanın Gözyaşı", " Yıldız Parçası"... Gürcü dilini bilmiyorum ne yazık. Bu alfabeyi okuyamıyorum. Fridon'la Batum'dan çıkıp Çoruh'a doğru gittik bir gün.

Yanımızda Tonguç'la çevirmenimiz Larissa vardı. Ortak ırmağımızı görünce otomobili durdurduk. Yürüdük çakılların üstünden. Çoruh, Karadeniz'e yaklaşırken Sovyetler Birliği topraklarına dalar. Batum'un oralarda hemen karşı yakası bizim yurt değildir. Ama sanki öyleymiş gibi bakıyordum karşılara. Dağlara yaz günlerinin sisi çökmüştü. Şarlaya şarlaya akıyordu Çoruh. Eğilip elimi daldırdım. Fridon da daldırdı benim gibi. Bir süre durduk orada. Nice sonra kalkıp otomobile doğru yürürken ellerimiz buluştu. Yolda, kendi dilinde bir şiirini okumasını rica ettim. O beni biliyordu. Öykülerimi, romanlarımı okumuştu Gürcüceden, Rusçadan. Ama şairliğimi bilmiyordu. Sesine kulak verdim. Larissa, Rusçadan Türkçeye aktardı okuduğu şiiri. Anlamaya çalıştım. Çok zordu. Akşam bana çocukluğunu anlattı. Oldukça renkliydi. Güzellikâağıtlardan kitap gibi ciltlenmiş bir defter götürmüştüm. "Al, çocukluğunu buna yaz.. " diye verdim ayrılırken.

Şavşat'taki öğrencilerimin yaşamına benziyordu onun da çocukluk, gençlik yaşamı. Kasabada, şehirde, onun bunun odasında, darlıklar içinde geçmişti okul yılları. Bütün halkla birlikte savaşın yıkımları altında o da ezilmişti. İlk sevileri, ilk şiirleri o zor yıllarda çiçek açmıştı.

İçimde Fridon'un, öteki Gürcü şairlerinin, romancılarının neler yazdığını bilme merakı gittikçe büyüyordu. Çağdaş şairlerini, yazarlarını bırakın, klasik yazarları, şairleri bile çevrilmemişti. Nefsime, sadece Nodar Dumbadze'nin ''Güneşi Görüyorum'' romanı ile Gogolaşvili'nin ''Mavi Dağlar Ülkesi'' adlı çocuk kitabını biliyordum. Fridon gibi daha nice has şairleri, romancıları vardı kim bilir? Hiçbirini tanımıyorduk ne yazık. Onlar bizim antolojilerimizi çıkarıyor, kitaplarımızı çeviriyor, biz hiçbir şey yapamıyorduk. Onların yitiği değil, bizim yitiğimizdi bu.

O yüzden arkadaşım Abdurrahman Çetinkaya'yi zorluyordum:
"Anan atan Gürcü. Okuyorsun yazıyorsun, konuşuyorsun o dili. Şair değilsin, ama giriş. Söz söz çevir Fridon'un şiirlerini. Neler dediğini dümdüz yaz. Ben üzerlerinde çalışayım. Elbirliğiyle bir kitabını yapalım. Belki başarabiliriz..."

Bu önerimi her buluşmamızda yineliyordum. Vakit bulursak, şairin kitaplarını önümüze serip, okuyor inceliyor, sonra gene bu özlemi konuşuyorduk. Sonunda giriştik işe. Önce kitapları tarayıp epeyce şiirini seçtik.

Çetinkaya düz çevirilerini yaptı bunların. Ben şiirleştirmeye çalıştım. Tonguç da Fridon'un bir portresini çizdi. Böylece ortaklaşa bir iş çıktı ortaya. Dediğim gibi, küçük bir seçme, sadece bir demettir bu kitapta sunduklarımız.

Kötü yapmadığımızı biliyorum. İyi yaptık diye bir avuntu var içimde, bunu duyabiliyorum. Ama asla yapılabileceğin "en iyisi" değildir yaptığımız. Bunu da biliyorum. "En iyi", "iyi"nin düşmanıdır çoğu zaman. İki dili de yediği ekmek, içtiği su, emdiği süt gibi bilen biri, birileri çıkıp daha kusursuz, daha iyi çeviriler yapasıya, bizim bu yaptığımız, ilerde yapılacak ''en iyi''nin yerini tutacaktır ne yazık.

Çevirinin dünya kadar zorluğu var. Kimi zaman aslına sıkı sıkıya bağlı kalırsın, şiir olmaz. Şiir olsun diye biraz açılayım dersin, bu kez de ortaya başka bir metin çıkar. "Hem aslına bağlı kalsın, hem şiir olsun" ilkesiyle çalışıp sonuç almak gerçekten zorun zorudur.

Yaptığımızın "iyi" olduğunu söylerken, bu tür işlerden anlayanların hoşgörüsüne güveniyorum. Yarım yüzyıldır Türkçe ile uğraşıyorum nerdeyse. Düzyazılarımı, romanlarımı şiirden aldığım eğitimle yazıyorum. Bir yazdığımı dönüp dönüp elden geçiriyor, düzeltiyorum. Bu kez de öyle yaptık. Çetinkaya arkadaşımla birbirimizi tamamlamaya çalıştık. Hem Türkçe'ye, hem Fridon'a layık bir çeviri yapabilmeyi ne kadar isterdik!
Bir de şunu düşünüyorum: İyi dil bilenler de hatalar yapar. Özellikle şiir çevirisinde hata nerdeyse kaçınılmazdır.

Bizim bu konudaki girişkenliğimiz ve mutlaka bol olan, ama kendimizin bilmediğimiz hatalarımız, Fridon'un şiirlerine olan sevgimize bağışlansın dileriz.

Sözü burada hemen kesmeliyim. Çünkü uçak alana indi. İşte Fridon göründü. Ona doğru yürüyorum hızla. O da bana doğru yürüyor. Ama biraz çekine çekine sanki. Kucaklaşıyoruz. "Türkçe'ye hoşgeldin kardeşim Fridon! Lütfen rahat ol, çekinmeden yürü!" diyorum. "Evinde, yurdunda gibi duyumsa kendini. Ama 'Hemen içmeğe oturalım!' der gibi bakma yüzüme. Onun da vakti var. Önce Türkçe'nin, Türkiye'nin köylerinde, şehirlerinde biraz gezip dolaşalım. Sonra biraz içeriz. Haydi, çok çok hoşgeldin kardeşim!"


Fakir Baykurt
Duisburg, 25.12.1987



Eser: ENİNDE SONUNDA -Şiirler-
Yazarı: Fridon Halvaşi

Türkçesi:  Abdurrahman Çetinkaya - Fakir Baykurt

Yayınevi : Belge Uluslararası Yayıncılık
Divan Yolu Caddesi Binbirdirek İşhanı No: 15/1 Sultanahmet - İstanbul
Tel.-Fax: (0212) 517 44 53 -  (0212) 638 34 58


ŞAMİL "Elveda Kafkas Dağları"  kitabını Chveneburi.Net'ten de temin edebilirsiniz. [email protected] mail adresine e-mail göndererek ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.


İlgili Galeriler
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.